KanserBeslenme

Dr. Ümit Aktaş: Kanser Riskini Artıran 10 Faktör ve Korunmanın Yolları

Kanser… Tıp bilimi devamlı yeni bulgularla beslenen ve kesinlikle durağan olmayan bir alandır. Değişir, devinir. Dün doğru bilinen bugün yanlış oluverir. Ama maalesef birçok uzman okulda öğrendiği bilgilerin –ki onları da sorgulamadan, kuşku duymadan gerçek bellemiştir- üstüne pek bir şey katmadan, katma gereği duymadan mesleğini icra etmeye devam eder.

Meraklı Hasta, İlgisiz Doktor

Bana başvuran bir hastamın anlattığı anekdot bunun en güzel kanıtıdır. Meme kanseri teşhisi konan ve hem kanserli kütle hem de sağ kolunun altındaki lenf bezleri alınan hastam doktoruna şöyle der; “Kanser olduğumu öğrendiğimden beri şekeri, şekerli tüm gıdaları kestim. Şeker kanserli hücreleri besliyormuş.” Doktor “Ne alakası var,” diye cevap verir sinirli bir ses tonuyla. “Her duyduğunuza inanmayın.” Hasta bu yaklaşımında yüzde yüz haklı. Şekeri kesmekle kanserle savaş ilişkisine dikkat çekiyor.

Kanser ve şeker arasındaki ilişki senelerdir biliniyor. Ama maalesef birçok uzman literatürü takip edemeyecek kadar meşgul. Ya da ilaç endüstrisinin ona dikte ettikleri dışındaki her türlü bilgiye kulaklarını tıkamayı tercih ediyor. Ve tabii bir hastanın haddine mi düşmüş bu tür konuları araştırmak, hastalığı hakkında gerekli tüm bilgilerle donanmak! Böyle doktorlar için bilgili, merak eden bir hasta sinir bozucudur.

Bu yazıyı ‘sinir bozucu’ hastaların, sağlıkları üstünde söz ve bilgi sahibi olmak isteyen hastaların sayısını artırmak için kaleme alıyorum.


Hepimizde Kanserli Hücreler Var!

Kanserli HücrelerAslında hepimizin vücudunda kanserli hücreler vardır. Yaşayan bütün organizmalar gibi vücudumuz da devamlı hasarlı ya da dejenere hücreler üretir. Peki, eğer durum böyleyse neden hepimiz kansere yakalanmıyoruz? Çünkü normalde hepimiz bu kanserli hücreleri yok etmek için tasarlanmışız. Ancak vücudumuzda doğal olarak bulunan bu savaşçı mekanizmayı desteklemek yerine onu kösteklerseniz kanserli hücreler kanser hastalığını meydana getirirler.

Unutmayın, kanserli hücreler normal hücreler gibi davranmazlar. Belli bir sayıda bölündükten sonra ölmeyi reddederler ve ortama yaydıkları kimyasal maddelerle çevrelerindeki dokuları zehirleyerek enflamasyona, yani enfeksiyona neden olurlar –ki bu da büyümek için ihtiyaç duydukları bir durumdur.

Science dergisinde yayınlanan bilimsel bir çalışma kanserli hücrelerin enflamasyon yaratma açısından ne kadar etkili olduklarının, kanserin ne kadar agresif olduğunu ve uzak dokulara yayılma potansiyelini belirleyen en önemli faktör olduğunu doğruluyor. Yani kanser vücutta ne kadar çok enflamasyon yaratıyorsa lenf bezlerine ve diğer organlara sıçrama olasılığı da artıyor.


Çevresel Faktörler ve Kanser

Kanser ve Çevresel faktörlerKanser vakalarının sayısı 1940’lı yıllardan beri giderek artan bir ivmeyle yükseliyor. O yıllardan beri hayatımızda nelerin değiştiğine bir bakarsak, günümüzde neden bu kadar çok kanserli hasta olduğunu da anlayabiliriz. Öncelikle çok miktarda şeker tüketiyoruz. O günden bugüne değişen en önemli beslenme yanlışı işte bu. İşlenmiş gıdalar da en az bol miktarda şeker içeren yiyecekler kadar tehlikeli. Kısacası market rafları sağlığınız için son derece zararlı ‘gıdalarla’ dolu. Hadi o zaman bisküviler, pastörize edilerek bütün besleyici özelliğini kaybetmiş süt ürünlerinin bulunduğu raflardan sebze, meyve reyonuna doğru ilerleyelim. Maalesef burada da sizi başka bir tehlike bekliyor: Zirai ilaçlar.

1940’lı, 50’li yıllardan sonra tarımcılıkta kullanılan bu zehirlerle kanser arasındaki ilişkiyi yadsımak mümkün değil. Tabii tüm bunlara plastikten saç boyasına ve deterjanlara kadar maruz kaldığımız sayısız kimyasal da eklenince ortaya bu sevimsiz tablo çıkıyor. Kısacası biz doğadan ve doğaldan uzaklaştıkça kanser vakaları da artıyor.

Acı Şeker

Size, biraz önce bahsettiğim -maalesef çoğu uzman tarafından görmezden gelinen- şeker ve kanser arasındaki ilişkinin ardındaki mekanizmayı anlatmak istiyorum. Aslında bunu tek cümleyle bile açıklamak mümkün: Kanser şekerle beslenir. Alman biyolog Otto Heinrich Warburg, habis tümörlerin metabolizmalarının önemli oranda glikoz tüketimlerine bağımlı olduğunu keşfetti. Bu keşif ona Nobel Ödülü kazandırdı. Ve sene 1931’di!

Şeker ya da vücudun şeker olarak algıladığı besinler tükettiğinizde vücudunuz daha fazla insülin hormonu üretir. İnsülin ise enflamasyonu tetikler. Mutfak kültürlerinde işlenmiş besinlerin ve şekerin fazla yer almadığı toplumlarda, özellikle meme kanseri gibi hormonlarla ilişkili kanser türlerine daha az rastlandığı biliniyor.

İşte kanserden korunmanın en basit yolu: Şekeri ve vücudun şeker olarak algıladığı bütün basit karbonhidratları hayatınızdan çıkarın. Kanser teşhisi konmuş hastalarıma da ilk tavsiyelerimden biri budur. 1931 yılından beri bilinen bu gerçeğin tıp dünyası ve uzmanlar tarafından görmezden gelinmesi affedilir gibi değil!

Peki, o zaman meme kanserine yakalanmış hastamın, kendi araştırarak öğrendiği bu bilgi neden doktoru tarafından cahillik olarak nitelendiriliyor?
Gerçekten de akıllara ziyan bir durum!


Besicilik ve Kanser

Kanser vakalarındaki artışın bir nedeni de hiç kuşkusuz besicilikteki değişim. Gerçekten de inekler, koyunlar doğal meralarda yayılarak ot yediğinde etleri ve sütleri omega-3 yağ asitleri açısından mükemmel bir dengeye sahip olur. Bu da vücuttaki enflamasyonu azaltır ve kanserli hücreleri kontrol altında tutar. Ama maalesef özellikle 1950’li yıllardan sonra besicilik değişmeye başladı. Batıda başlayan bu değişim bir süre sonra Türkiye’ye de sıçradı. Artık hayvanlar çayırlarda özgürce otlamak yerine mısır, soya ve buğdayla besleniyor, böylece daha çabuk büyüyor, daha iri oluyor, daha çok et ve süt veriyorlar.
Ama bir sorun var; bu hayvanlardan elde edilen besinler bol miktarda omega-6, ancak çok az miktarda omega-3 içeriyorlar. Omega-6 ve hayvanın süt üretimini artırmak için verilen hormonlar vücudumuzdaki yağ hücrelerinin artmasına ve enflamasyona neden oluyor. Yani, besicilikte ottan soya ve mısır karışımı yeme geçilmesi ile etin ve et ürünlerinin kansere karşı koruyucu etkisi de ortadan kalkmıştır.


Organik Avantajı

Washington Üniversitesi’nde genç bir araştırma görevlisi olan Cynthia Curl, arkadaşlarının çocuklarına yedirdiği organik gıdaların gerçekten de daha sağlıklı olup olmadığını sorusunu cevaplamak için bir çalışma(2) yapmış. Yaşları iki ile beş arasında değişen 42 çocuğun katıldığı bu araştırma için ebeveynlere bir süre boyunca çocuklarının yediği her şeyi not etmelerini istemiş. Sonrasında da tahlil yaparak çocukların idrarlarındaki tarım ilacı kalıntılarını ölçülmüş. Ve tahmin edersiniz ki sonuçlar hiç de iç açıcı değil: Konvensiyonel gıdalarla beslenen çocukların idrarında organik gıdalarla beslenenlere kıyasla dört kat daha fazla toksik madde bulunmuş.

Çocuklarımızın sağlıklarını ve geleceklerini korumak için onları mümkün olduğunca organik gıdalarla beslemeye özen göstermeliyiz. Her çocuk tarım ilaçlarıyla zehirlenmemiş gıdalarla beslemeyi hak ediyor. Biliyorum bu söylendiği kadar kolay değil, ama imkânsız da değil. Bilinçli bir tüketici, bilinçli bir ebeveyn olmak için bilgi sahibi olmanız, sesinizi yükseltmeniz ve talepkar olmanız gerektiğini unutmayın.


Kanser ve Stres Faktörü

stresKanserin ortaya çıkması ile kanser tohumunun atılması arasında yaklaşık 10 ile 40 sene arasında bir zaman dilimi olduğunu biliyor muydunuz? Yani, hücresel bir anomalinin tetkiklerle belirlenebilecek kanserli bir tümöre dönüşmesi arasında gerçekten çok uzun bir süre var. Söz konusu kanser olduğunda tek bir fizyolojik faktörden bahsetmek mümkün değil. Ama stresin bu tohumun serpildiği toprağı etkilediğini biliyoruz. Kanser hastalarının çoğu kendisine kanser teşhisi konmadan önceki aylarda ya da yıllarda büyük bir stres yaşadığını belirtiyor. Tabii ki kanserin böylesi bir stresli dönem yüzünden oluştuğunu söylemiyorum, ancak stres kanserli hücrelere daha hızlı çoğalmaları için mükemmel bir ortam yaratır.

Dilerseniz bu durumun arkasındaki fizyolojik mekanizmaya bir bakalım. Stres vücutta kortizol hormonu salgılanmasına neden olur. Enflamasyona neden olan, dokuların kendilerini iyileştirme sürecini yavaşlatan ve bağışıklık sistemini güçsüzleştiren kortizol hali hazırda var olan kanserli hücrelerin kansere dönüşmesine neden olur. Eğer kanser hastalığı zaten mevcutsa da yayılma hızını artırır. Yaşamınızdaki stres faktörünü azaltmak, daha huzurlu ve daha dingin bir hayat tarzı kurmanın önemini sanırım anlamışsınızdır.

Unutmayın; vücut içinde birçok hassas dengenin var olduğu komplike bir sistemdir. Yediklerinizden hareketsiz bir yaşam sürüp sürmediğinize, maruz kaldığınız toksik maddelerden strese kadar her şey bu hassas dengeyi etkiler.


Kanser Riskini Artıran 10 Faktör

  1. Şeker, un ve tüm işlenmiş gıdalar.
  2. Bol hormon, bol antibiyotik içeren doğallıktan uzak besicilik yöntemleri ile elde edilen kırmızı et.
  3. Bol miktarda, mısır yağı, ay çiçek ve soya yağı gibi omega-6 yağ asitleri açısından zengin yağlar tüketmek.
  4. Endüstriyel yöntemlerle yetiştirilmiş hayvanlardan elde edilen süt ve süt ürünleri.
  5. Yine hormonlar ve antibiyotikle yüklenmiş (hatta son zamanlarda sahneye bir da tavuk etlerini beyazlatmak için kullanılan arsenik girmiş durumda!), mısır ve soya fasulyesi ile beslenmiş tavuklar.
  6. Bu tavukların yumurtaları.
  7. Modern yaşamın kaçınılmazlarından biri olan stres de vücuttaki enflamasyonu artıran önemli faktörlerden biri. Mutsuzluk ve depresyonun da benzer bir etkisi var.
  8. Tembel yaşamlar sürmek, neredeyse masa başından bile kalkmadan geçirilen günler.
  9. Tabii ki sigara içmek ve çevre kirliliği!
  10. Bol miktarda antibiyotik kullanarak, şekerli gıdalar tüketerek bağırsak florasındaki faydalı bakterileri yok etmek.

Bu yazılarımız ilginizi çekebilir:


Referanslar

1 “Inflammation and Cancer: The Link Grows Stronger” Jean Marx, Science 5 Kasım 2004 sayı 306, sayfa: 966-968
2 “Organophosphorus Pesticide Exposure of Urban and Suburban Preschool Children with Organic and Conventional Diets” Cynthia L.Curl. EHP Enviromental Health Perspectives , 2003 Mart, sayfa 377-382.


Dr. Ümit Aktaş Kimdir?

Dr. Ümit Aktaş
Fitoterapi Uzmanı, M.Sc., PhD (C) Akupunktur Uzmanı, M.D.

1970 doğumlu olan Dr. Ümit Aktaş, Türkiye’de Fitoterapi uzmanı olarak eğitim alan ilk Tıp doktorlarından bir tanesidir.

Tıp Fakültesi eğitimini Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Akupunktur Uzmanlık eğitimini Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Fitoterapi Yüksek Lisans eğitimini ise Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde tamamlamıştır.

İstanbul’da kendi kliniğinde hasta kabul eden Dr. Ümit Aktaş, halen Bahçeşehir Üniversitesi Fitoterapi Eğitim Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Dr. Ümit Aktaş, İlaçsız Yaşam ve Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi adlı kitapların yazarıdır.

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu