Sağlık

Bize Güvenin Ve Kendi İyiliğiniz İçin Ölün! ( 10 Bölümlük Yazı Dizisi)

Çoğu kimsede bilim ve teknolojinin kesinlikle iyi olduğuna dair yanlış bir kanı mevcut. Ancak bilim, ne iyi ne de kötüdür; sadece bir amaca ulaşmak için bir araçtır. Bu da bilimin hangi niyetle kullanıldığına bağlıdır. Bilim bilgidir ve bilgi güçtür. Güç karanlık odakların eline geçtiğinde ise çok tehlikelidir. Bu Tıp bilimi için de geçerlidir. Bu sahte bilim, dogmatik sahte belgelere dayalı bilim, maalesef insanlık için en büyük tehlikedir.

Bu güç delisi “kontrol manyakları” kötü niyetli hedefleri doğrultusunda maalesef çok sayıda – para ve şöhret uğruna veya elitin bir parçası olmak arzusuyla insanlığa ihanet eden- bilim adamını kullanmaktadır. Ancak onların fark edemedikleri husus eninde sonunda kendilerinin veya ailelerinin de mağdur olacaklarıdır. Yani bu bilim adamları hiç bir zaman elitin bir parçası olamayacaklardır.

Güvenilmez Sağlık Örgütleri ve Denetimciler

Öjenistler (Bill Gates’in de aralarında bulunduğu üstün ırk taraftarları) gibi büyülü elit grupların kontrolü altındaki bilim, dünya nüfusunu çok büyük oranda azaltmak istemektedir. Sadece doğum oranlarını değil, aynı zamanda ölüm oranlarını/ağır hastalıkları da arttırmak istiyorlar. Bu kirli hedefleri doğrultusunda endokrin sisteminin bozulması, gıdalarda gizli kimyasallar, ağır metaller, genetik manipülasyon, nörolojik bozucular vs. gibi araçlar kullanmaktadırlar. Ve tüm bunlar “insanlara ve insanlığa yardım” adı altında yapılmaktadır. O yüzden, insanların ne söylediklerinden daha önemli olan aslında ne yaptıklarıdır.

İnsanlık sayısız görünen ve görünmeyen tehlikeyle karşı karşıyadır. Sağlıklı bir yaşam için bilgi, şuur, azim ve kararlılığa ihtiyaç vardır. Sadece nelerin sağlıklı olduğunu bilmek yeterli değil, hangi tehlikelerden kaçınmak gerektiğini bilmek de çok önemli. “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz icin ölün” isimli yazı dizisinde Tıp biliminin yalanlarına ve insanlık için barındırdığı büyük tehlikelere değineceğiz.

Bu “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün!” isimli yazı dizisinin giriş yazısıydı.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Birinci bölüm: GDO

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün!” serisinin ilk bölümü ile karşınızdayız.

Listenin ilk sırasında GDO yer alıyor, yani Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar.

GDO’lar tümörlerin vahşice büyümesine, kısırlığa ve organ yetmezliğine sebebiyet veriyor. Bunun nedeni ise genetiği değişirilmiş mahsullerin dokusunda İnsektisit (Böcek ilacı) yetiştiriliyor olmasıdır. Bu mahsuller insanlar tarafından tüketildiklerinde, insektisitler yemeğin bir parçasını oluşturmaktadırlar.

Yakın bir tarihte laboratuvar farelerine GDO’lar verilmek suretiyle yapılan bir deneyde, aşagıdakı bulgulara rastlandı:

“Genetiği Değiştirilmiş diyet ile beslenen hayvanlarda göğüs tümörlerine, karaciğer ve böbreklerde ciddi hasara rastlandı. Erkek hayvanların %50’si ve kadın hayvanların %70’inde erken ölüme rastlandı. Bu oranlar kontrol grubunun toplamında ise %30 ve %20 şeklinde gerçekleşti.”

Aşağıda deneyden bir resim:

Soldaki fare: GDO’lu mısır, Ortadaki fare: GDO’lu mısır ve Roundup (bir Monsanto herbisiti/bitki öldürücüsü) Sağdaki fare: Roundup   Sağ: Onlara bağlı tümörler.

GDO’lar aynı zamanda yetişkinlerde görülen muazzam kısırlık artışını ve çocuklarda daha sık görülmeye başlanan kanser vakalarını açıklamaya yetiyor.

19 araştırmanın inceleme sonuçları GDO’lu gıdaların özellikle de Karaciğer ve Böbreklerde önemli organ bozukluklarına sebebiyet verdiğini ortaya koydu. Genetiği değiştirilmiş gıdalar hem insan hem de tabiatın genetik yapısı için önemli bir tehdit oluşturuyor.

Bir “bilim adamı”nı GDO’ları savunurken gördüğünüzde, “kana susamış bir cani” ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz, çünkü onların sorumsuz ve tehlikeli faaliyetlerinin yegane sonucu ölüm.

GDO’lu Gıdalar

Avrupa’da GDO’lu gıdalardan kaçınmak nispeten daha kolay. ABD ve Kanada’da GDO’lu gıdaları GDO olarak belirtme zorunluluğu bulunmuyor. Ülkemizde ise GDO’nun yasak olduğu beyanları asla doğru değil. GDO’nun yasak olduğu alan sadece bebek mamaları ve tohumlardır. Hayvan yemi ve gıda olarak kullanımı serbesttir ancak Biyogüvenlik Kurulu’nun iznine tabidir.

Hangi gıda ürünleri GDO içeriyor?

AB’ye göre AB’de marketlerde GDO’lu sebze ve meyve bulunmuyor. Aynı şekilde ABD’de de. Ancak Kuzey Amerika’da doğrudan çiftçiden alım yaptığınızda, GDO içerme ihtimali bulunuyor.

  • Soya, pamuk, kanola (Kuzey Amerika orijinli), şeker pancarı, mısır, papaya (Hawaii orijinli), soya proteini, soya lesitin, mısır nişastası, mısır şurubu, ve yüksek fruktoz mısır şurubu çoğunlukla GDO’lu. Aynı zamanda bunlardan üretilmiş olan ürünler de.
  • Et, yumurta ve GDO’lu ürünlerle beslenen hayvanlardan elde edilen süt ürünleri (GDO’lu mısır ve soyanın büyük çoğunluğu hayvan yemi olarak kullanılıyor)
  • rBGH (genetiği değiştirilmiş büyüme hormonu) enjekte edilmiş ineklerden elde edilen süt ürünleri.
  • Gıda katkı maddeleri, enzimler, tat vericiler ve tatlandırıcı aspartam (NutraSweet®) ve peynir mayası (peynir sertleştirmek için kullanılan) dahil olmak üzere, gıda işleme maddeleri.
  • GDO’lu polen içerme ihtimali bulunan bal ve polen.

GDO’lu içeriğe sahip olma ihtimali bulunan gıda dışı ürünler ise: kozmetik ürünler, sabun, deterjan ve şampuan.

  • İlaç firmaları bazı laktasiflerde, gıda takviyeleri ve (çocuk) vitaminlerinde aspartam kullanmaktadır.
  • Kabak, kızartılmış yiyecekler ve şekerden de uzak durmak gerekiyor
 Gerçek olamayacak kadar güzel bir yalan: “GDO’nun yararları”

 

Monsanto

Amerikan biyoteknoloji devi Monsanto dünyanın en büyük GDO üreticisi ve GDO destekçisi. Şirket özellikle ABD ve Kanada’da çok güçlü. Monsanto’yu koruyan ozel bir Monsanto kanunu -Monsanto Protection Act- bile var.Gectigimiz yıllarda Monsanto’ya karşı direnç dünya çapında artış gösterdi. Kısa bir süre önce bu büyük şirket GDO’lu ürünlerini AB pazarına da taşımak istedi. Çoğu ülkedeki direnç sayesinde, bu ilk deneme başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak bu şirketin kötü niyetli ve maalesef çabuk pes etmeyecektir. Silah endüstrisi, CIA/NSA gibi örgütler ve iş dünyasındaki önemli bağlantılarını da arkasına alan bu şirket, çirkin taktikler kullanmaktan çekinmemektedir. Alman “Süddeutsche Zeitung”  gazetesi GDO eylemcileri ve bağımsız bilim adamlarının Amerikan ordusu tarafından hedef alınmış olduklarını yazdı.Evet, teröristler; insanlığa yardım etmek isteyen herkes terörist. Çünkü dünyadaki bu elit tabaka insanlığı öldürmek niyetinde. O yüzden onlar için kötü olan iyi ve iyi olan da kötü.

Monsanto sizi zehirlemeye kararlı

Kapıdan kovulan Monsanto, şimdi de bacadan içeri girmeye çalışıyor. Monsanto AB’ye yaptığıi GDO başvurularını geri çekeceğini duyurdu. Böylece karşıtlarını, ki bunlar kendi piyonları hariç bütün insanlar, uyutmaya ve böylece farklı yollardan GDO’ları AB’ye sokmaya çalışmaktadır. Şimdi de AB ile ABD arasındaki Serbest Ticaret Anlaşması’ndan yararlanarak Avrupa pazarına girmeye çalışmaktadır.

Dikkatli olmak gerekiyor. Ürün etiketleri %100 güvenilir olmasa dahiç ABD ve Kanada’dan ithal edilen ürünlerde GDO olma ihtimali daha yüksek, çünkü oradakı çiftçiler GDO ekmeye zorlanıyorlar. ABD ve Kanada’da yetiştirilen mısır, soya vs. ürünlerini tüketmemek gerekiyor. Tatile gittiğinizde ise farklı dillerde yazılmış olan ürün etiketlerini okuyamadığınız takdirde daha da dikkatli olmanız gerekir.Ayrıca “gizli” GDO’ya da dikkat etmek gerekir. Bunlar GDO teknolojilerinin veya maddelerinin kullanılmış olduğu ürünlerdir. Özellikle vejeteryan ürünler gizli GDO (mısır/soya ve maya özü) içermektedir.

Ayrıca AB tarafından finanse edilen, dolayısıyla bağımsız olmayan GMO Compass adresinde de bilgiye erişebilirsiniz.

Ancak Monsanto, Bayer, Dow AgroSciences ve DuPont gibi GDO şirketleri boş durmuyor ve sizleri GDO hakkında manipüle ve dezenforme etmek amacıyla gmoanswers.com adlı siteyi faaliyete soktu. Amaçları ise GDO’nun etiketlenmesini ve daha sıkı denetlenmesini önlemek. Dolayısıyla dikkatli olun! Sözde bağımsız üçüncü taraf websitelerini kullanarak sizleri kandırmaya çalışabilirler.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! İkinci bölüm: Aşılar

Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin ikinci bölümü ile karşınızdayız.

Listenin ikinci sırasında aşılar bulunuyor.

Aşılar, cıva, alüminyum, MSG ve formaldehit gibi beyne zarar veren metaller ve kimyasallarla dolu. Sadece bu kadar da değil, aşıların içeriğinde jelatin, buzağı serumu, dana derisi, kürtaj olmuş bebek dokusu (diploit insan dokusu), maymun böbreği dokusu ve fare beyni gibi maddeler de bulunuyor. Yeni HPV aşısında ise cinsel yolla bulaşan virüsler mevcut. Aşılarda bulunan diğer tehlikeli ve nahoş maddeler hakkında daha detaylı bir liste için tıklayınız.

Yan Etkileri

Aşılar sadece bağışıklık sistemini zayıflatmakla kalmıyor, daha fazla alerjiye ve otoimmün hastalıklarına sebebiyet veriyor. Böbreküstü bezleri, pankreas, hipofiz, timüs ve dalağa aşırı yüklemede bulunuluyor. Bu yüzden vücut kendi kendini düzenleyemez hale geliyor. Bunun sonucu ise: kalp hastalıkları, diyabet, astım ve bronşit. Aşılar ayrıca beyin sorunlarına, gelişimsel sorunlara, hormonsal sorunlara, kısırlığa ve başka sorunların oluşmasına sebep oluyor.

Aşılar bebekler için daha tehlikeli ve faydasız


En İyi Bağışıklık Doğal Bağışıklık

Gerçek bağışıklık bir hastalık geçirerek kazanılan bağışıklıktır. İnsan vücudunun geçirmiş olduğu hastalıkları hatırlama konusunda muhteşem bir gücü vardır ve çoğu hastalığa karşı kalıcı bağışıklık kazanır. Sağlıklı beslenme, sağlıklı bir çevre, zehirli aşılar ve başka tehlikeli maddelere karşı korunmak vücudunuzun için çok önemlidir.

Her bilim adamı cıva ve formaldehitin zehirli olduğunu bilir. Ancak aşılarda sinir sistemine zarar veren maddeler bulunduğunu bilmelerine rağmen, bazı bilim adamları yine de aşıların yan etkilerinin olmadığını iddia ediyor. Gardasol ve Cervarix aşılarını üreten bilim insanı Dr. Diane Harper 2009 yılında geliştirdiği aşıların tehlikeli ve etkisiz olduğunu itiraf etti.

Ani bebek ölümlerinin yüzde 70′i difteri boğmaca tetanoz (DBT) aşısını takip eden 3 hafta içinde gerçekleşiyor. Havaleler aşılarla bağlantılı, ancak aşı olduktan hemen sonra olması gerekmiyor.

Big Pharma sizi ilaç ve aşılarla zehirlemek istiyor

 

Daha Fazla Aşı Daha Ölümcül

Daha fazla aşı yapılan bebeklerin aynı zamanda hastaneye kaldırılma (ve ölme) riski de daha yüksek. Aşılar sebebiyle 1990-2010 arasında sadece ABD’de 150.000 çocuk hayatını kaybetti. Hamile kadınlarda yapılan grip aşıları fetus ölümlerinde ve düşüklerde çok büyük artışa sebep oluyor.

Bunların hepsi bilim adına uygulanıp teşvik ediliyor. Oysa aşıların çocuk sağlığına faydalı olduğuna dair kanıt bulunmuyor. Aşı taraftarları  aşı olmamış çocukların daha sağlıklı olduklarını bildiklerinden aşı olmamış çocukları aşı olmuş çocuklarla karşılaştırmaktan çok korkuyorlar. Dolayısıyla bu tür araştırmalar yapılmıyor.

Daha da ileri gidilerek, Batılı ülkelerde çocuğuna aşı yaptıran veliler kendileri ve çocukları mağdur oldukları halde çocuk istismarından dolayı göz altına alınabiliyor!

Aşılar etkisiz, zehirli ve çok sayıda yan etkileye sahip. Ayrıca vücudun diğer yeni grip/hastalık çeşitlerine karşı direncini azaltıyor, grip virüslerinin ise direncini arttırıyor. Aşılar etkisiz. Ancak bu gerçek bile Big Pharma olarak tarif edilen küresel büyük ilaç firmaları tarafından, faydasız ancak tehlikeli olan yıllık grip aşısının kullanımını yaymak için deforme edilip kötüye kullanılıyor.

Bu batıl inançlı elit grupların size pazarlamaya çalıştığı sahte mantık şudur: Aşı oldunuz, ancak halen hastasınız veya daha da hastasınız. Bunun sebebi YETERİ KADAR aşı yaptırmamış olmanızdır.

Mantığı anlıyor musunuz? Zehir yüzünden hastalandınız. Ama iyileşmek için DAHA FAZLA ZEHİR almanız gerekiyor!! Aşılar iyi ancak sizin için değil, nüfusu azaltmak isteyen Öjenistler için iyi! Üstelik bu aşılarla büyük paralar kazanıyorlar. Çin’de kendi infaz masraflarını ödemek zorunda olan idam mahkumları gibi, kendi hastalığınızı/ölümünüzü elitler size ödetiyor. İşte hümanizmin!! Kötü iyi ve iyi kötü.

Elitler aynı taktiği başka alanlarda da kullanıyor. Kasten çıkarılan 2007 ekonomik krizi gibi. Problemler Amerika ve Avrupa devletleri ve (finansal) kuruluşların çok fazla borçlanmasıyla ve denetimcilerin görevlerini yapmamasıyla başladı. Girilen borçlardan karlı çıkanlar çoğunlukla büyük bankerler oldu. Büyük bankerlerin önerdiği çözüm ise: DAHA FAZLA BORÇLANMA oldu!! Normal bir şirket finansal sorunlar yaşarsa, iflas eder. Ancak bu, dünyayı kontrol eden büyük bankerler için geçerli değil. “Too big to fail” (Yani batmak için fazla büyük) kavramı piyasaya sürüldü ve insanlar felaket senaryolarıyla korkutuldu. Dünya ekonomisini kurtarmak adına büyük bankerlerin isteklerinin onaylanması için, kamuoyunun ikna edilebilmesi için tüm araçlar kullanıldı. Sonuç: elitler trilyonları çalarken bedelini halka ödetiyor. Bunun devamını sağlamak için kitleleri manipüle etmeye devam ediyorlar. Çünkü halk gerçekleri görüp isyan ederse, elitler çaresiz kalacak.

Borçlanmayı artırmanın gerçek amacı: zenginlik ve doğal kaynakların dönüşümü, hayatın her alanında hakimiyet kurmak ve ülkeleri ve insanları borçlandırıp kontrol altına almak. Ancak dışarıya söyledikleri şu: Bunu (dünya) ekonomisini kurtarmak için yapıyoruz.

Bill Gates 2010 yılında yapmış olduğu bir konuşmada “Dünya nüfusu 6,8 milyar ve bu 9 milyara doğru gidiyor. Aşılar, sağlık hizmetleri ve doğum kontrolü gibi konularda başarılı olabilirsek bunu %10-15 oranında azaltabiliriz” sözleriyle asıl gayelerini açıkça itiraf etti. Öte yandan bu 9 milyar tahminini insanları korkutmak için kullanıyor. Yeni verileri göre ise tam tersi söz konusu, tahminlere göre dünya nüfusu azalacak.

İnsanlar stres, korku, mind control (zihin kontrolü), manipülatif medya, sansür ve diğer teknikler vasıtasıyla sürekli saldırı altında tutuluyor. Mantıksız ve tuhaf çözümler başarıyla uygulamaya konuluyor. Mind control olmadan bu hileleri başarılı olamazdı. Bu parazit elitler aynı zamanda dünyanın güç merkezini de Batı’dan kendi kontrolleri altındaki “komünist” Çin’e taşımak istiyorlar.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Üçüncü bölüm: Florür

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin üçüncü bölümü ile karşınızdayız.

Listenin üçüncü sırasında Florür bulunuyor

Dünyanın bir çok yerinde, özellikle de büyük şehirlerde içme suyuna florür katılıyor.  Türkiye’de suya florür katılmıyor, ama pek çok ilimizin şebeke suyunda doğal olarak florür bulunuyor. Ancak ABD, Avustralya ve başka bir çok ülkede katılıyor. Bu ülkelerde suyun floridlenmesi için içme suyuna hidrofluosilisik asit, bir insektisit, katılmaktadır. Isparta’da Süleyman Demirel Üniversitesi(SDÜ)’nde fareler üzerinde yapılan bir deneyde sudaki yüksek florürün, üreme sistemini tahrip ettiği belirlendi. Diş macunu, işlenmiş gıdalar ve başka bir çok ürünün içerisinde florür olabilir.

Florür zehirli ve dolayısıyla sağlığınıza zararlı. Bilhassa çocuklar için zararlı. Florürün zararlarını kanıtlayan, aralarında 1 tanesi Harvard olmak üzere, 37 araştırma bulunuyor.

Florürün bazı zararlı etkileri:

  • Artrit
  • Kemik kırığı
  • Beyin işleyişine zarar veriyor. Zekâ seviyesini azaltıyor
  • Demans
  • Osteosarkom (kemik kanseri) ve muhtemelen başka kanser türleri
  • Kardiyovasküler hastalıklar
  • Diyabet
  • Genetik hasar ve hücre ölümü
  • Gastrointestinal bozukluklar
  • Endokrin (hormon) bozulması
  • Aşırı duyarlılık
  • Böbrek hastalıkları
  • Erkeklerde kısırlık (erkek üreme organlarında hasar)
  • Epifiz fonksiyonlarının bozulması
  • İskelet Florozisi
  • Tiroid hastalıkları
  • Kötü dişler
  • Kas bozuklukları
  • Konsantrasyon sorunları
  • Yükseltilmiş kurşun emilimi
  • Kollajen sentezinin bozulması
  • Bağışıklık sisteminin bozulması

Bütün bunlara rağmen florürü tavsiye eden doktorlar ve diş hekimleri, belki de bu sayede ekstra hasta, dolayısıyla ekstra gelir elde etmek istiyorlardır.

Türkiye’de Hamidiye Kaynak Suları kendi ifadesiyle “dünyada ilk defa Florürlü su üretmekte ve sağlığa son derece faydalı bu ürünü İstanbul halkının tüketimine sunmaktadır.”

Florürden kaçınınız, maalesef bir çok üründe florür bulunuyor. Örneğin florür diş macunlarında da var, bu yüzden diş macunu yerine misvak veya diş macunu gerektirmeyen iyonik diş fırçası kullanınız.  Fluoride Action Network sitesinden hangi ürünlerin florür içerdiğini bulabilirsiniz.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Dördüncü bölüm: İlaçlar

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin dördüncü bölümü ile karşınızdayız.

Listenin dördüncü sırasında ilaçlar bulunuyor

İlaç endüstrisinin sizin sağlıklı kalmanızı istemiyor. Amaçları hastalıkları teşvik edip sizin uzun süreli hasta olmanız ve sonunda ölmeniz. Tabii bu arada patentli, pahalı ilaçlarıyla iyi paralar kazanıyorlar.

Sözde tedavileri ise hastaları iyileştirmiyor. Sadece hastalıkların “kabul edilebilir bir seviyede” kalmasını sağlayıp bütün ömrünüz boyunca ilaç endüstrisine bağımlı kalmanızı sağlıyorlar.

Big Pharma sizi ilaçlarla beslemek istiyor

İlaç endüstrisi hastaları birçok kimyasaldan oluşan ve birlikte hiç test edilmemiş zehirli kokteylleri kullanmaya zorluyor. Tüm bu zehirlerin karaciğer, böbrek, pankreas ve beyine tahrip edici etkileri bulunuyor. Her ne kadar bilim adına yazılıyor olsalar da, tüm ilaçların zehirli yan etkileri var. ABD’de her yıl yaklaşık 100.000! insan ilaçlar yüzünden ölüyor.

Hekimler hastalara yazdıkları ilaçların ölümcül olduklarını biliyorlar, ancak maddi açıdan kendileri için cazip olduğu için bunları yazmaya devam ediyorlar. Antidepresan, DEHB ve tansiyon ilaçları yazan/teşvik eden hekimler esasen uyuşturucu kartelinin hilelerinin ve aldatmacalarının suç ortağıdır. Onlar, bilim adı altında, hastalarını bilerek ve isteyerek ölümcül kimyasallarla zehirliyorlar. “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” hekimlerin şiarıdır.

Bir çok insana Halüsinojen ilaçlar veriliyor. Çokça yazılan kolesterol düşürücü ilaçlar (statinler) koroner damarları daha fazla daraltıyor ve katarakt, akut böbrek yetersizliği, karaciğer bozukluğu, iktidarsızlık, diyabet ve kansere sebep oluyor.

Big Pharma sürekli ilaçların yan etkilerini önemsizleştirmeye çalışıyor. Stanford Medical School’da yapılan araştırmada ilaçların, üreticileri tarafından belirtilenden 5 kat daha fazla zararlı yan etkiye sebep olduğu tespit edildi. Toplamda 1332 ilaç araştırıldı. İlaç üreticileri tarafından bir ilacın ortalama 69 yan etkisi oluğu belirtilmişti. Ancak araştırmacılar bir ilacın ortalama 329 yan etkisinin olduğunu tespit ettiler!! Üstelik ilaçların kombinasyonu daha da fazla zararlı yan etkiye sebep olabiliyor. Mesela antidepresan “Paxil” ve kolesterol düşürücü ilaç “Pravachol”un kombinasyonu kan şekerinde beklenmedik bir artışa sebep oluyor, oysa bu ilaçlar ayrı ayrı kullanıldıklarında böyle bir yan etkiye sahip değil.

İlaçların faydadan çok zararı var

Artık “Biz bilmiyorduk” diyemezler, çünkü biliyorlar. Hatta bazı “hekim”ler daha da ileri giderek çeşme suyuna, tıpkı florürde olduğu gibi, statin katmak istiyorlar.

Dolayısıyla sağlıklı kalabilmek için normal sağlık hizmetlerinden ve Big Pharma ilaçlarından olabildiğince kaçınmanız, sağlıklı beslenip, hareket edip sigara içmemeniz gerekiyor.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Beşinci bölüm: Gıda katkı maddeleri

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin beşinci bölümü ile karşınızdayız.

Listenin beşinci sırasında Gıda katkı maddeleri bulunuyor

Ne yazık ki günümüz toplumunda imaj ve isimlendirmeler gerçeklerden ve doğruluktan daha önemli. Bir şeye benziyor, ama değil. Demokrasiye benziyor, ama değil. Sağlıklı bir şeye benziyor, ama sağlıksız. Örneğin yaban mersini (blueberry). Tahıl gevrekleri, krepler ve çeşitli gıdalarda bulunan yaban mersini gerçek değil. Bunlar aslında propilen glikol, yapay mavi renklendiriciler ve cıva yüklü yüksek fruktozlu mısır şurubu ile yapılan kimyasal karışımlardır.

Gıda katkı maddeleri insanlığı zehirliyor

Sadece bu kadarla kalsa yine iyi! Satın aldığınız neredeyse bütün işlenmiş gıdalarda nörolojik bozukluklara, böbrek hastalıklarına, karaciğer hastalıklarına, safra taşlarına, diyabete, kalp-damar hastalıklarına ve kansere sebep olan kimyasal maddeler bulunuyor.

Bütün bu maddeler bilim adamları tarafından sizleri yavaş yavaş öldürecek (slow kill) kadar zehirli “ölü” besinler oluşturmak için üretilmişlerdir. Fakat bu kimyasallar ölümünüzü sadece tek bir maddeyle ilişkilendirebilecek kadar zehirli değildir.

Bu sinsi uygulamayı dilerseniz bir örnekle açıklayalım: 100 kişi 1 kişiyi öldürmek istiyor ve her birisi o kişiye 1 yumruk veya 1 tekme savuruyor ve bu darbelerin sonucu o kişi hayatını kaybediyor. O 100 kişiden her birisi “ben öldürmedim, sadece bir defa vurdum” dese, tam olarak yalan söylemiş sayılmaz. Ancak o 100 kişinin her birisi aynı anda saldırdığı için bütün bu darbelerin sonucu bu kişi öldü. Aynısı gıda katkı maddeleri için de geçerlidir. Bir tek gıda katkı maddesi hemen öldürmez, ancak vücutta yıllarca biriken bu çok sayıdaki maddelerin toplamı insanı hasta eder ve bir zaman sonra öldürür.

FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) ve diğer kuruluşlar bu maddeleri araştırmıyorlar. Büyük gıda üreticileri bu maddelerin sağlıklı olduklarını söyledikleri için onlar da sağlıklı oldukları “varsayımında” bulunuyor. Daha da kötüsü; bazı gıda katkı maddeleri GDO içeriyor. Bunun neticesi olarak, gıdalar aşağıda bir kısmı listelenen ölümcül maddelerle (ve bunların sebep oldukları bazı hastalıklar ile) dolu:

  • Aspartam  (GDO: nörolojik bozukluklar, inme & migren)
  • Akrilamit (kanserojen)
  • BPA (kanser, kısırlık & hormonal bozukluklar)
  • Kazein
  • Klor bazlı tatlandırıcılar
  • Fosforik asit
  • Trans yağlar
  • Homojenize süt/yağlar (kalp ve damar hastalıkları)
  • Maya özü (MSG)
  • Yüksek fruktozlu mısır şurubu (diyabet, obezite & duygudurum bozuklukları)
  • GDO’lu maddeler (kısırlık & zehirlenme)
  • Gıda renklendiricileri
  • MSG (obezite, baş ağrısı)
  • Sodyum (tuz)
  • Sodyum benzoat ve diğer koruyucu katkı maddeleri
  • Sodyum nitrit (beyin tümörü, pankreas kanseri & Rektum kanseri )
  • Propilen glikol
  • Soya proteini (GDO)
  • Sukraloz
  • Şeker (kanser, diyabet, obezite, duygudurum bozuklukları ve beslenme yetersizlikleri)
  • Tekstüre edilmiş bitki proteini (GDO)

Gıdalar çeşitli iğrenç maddelerle dolduruluyor. Özellikle fast food gıdalar çok tehlikeli. Mesela McDonald’sın Chicken McNuggets ürünlerinde “Polidimetilsiloksan”, köpürmeyi önleyici bir ajan bulunmaktadır.

İşlenmiş gıdalar çok sayıda kimyasal içeriyor

Bütün bunlar “bilim” adına tasarlanıp uygulanıyor. Bilim adamları kimyasallar kullanarak gıda gibi görünen ve tadı olan ama aslında gıda olmayan, ancak gıdaya benzeyen ve besin değeri bulunmayan ve bozulmayan ölü gıdalar üretiyorlar. Normal, doğal besinler/gıdalar ise yüksek besin değerlidir ancak bozulur. Bakteriler dahi bu ölü ürünlerin bazılarını yemiyorlar!

Peki ne yapabilirsiniz?
Sağlıklı beslenin, yani işlenmiş gıdalardan uzak durmaya çalışın. Kendinizi bilgilendirin ve ürün içeriklerini okuyun. Alışverişe çıktığınızda zararlı ürünler satın almayın. Büyük şirketlerin ürünlerinde genelde daha fazla zararlı madde bulunuyor, o yüzden yerel ürünleri tercih edin. Çünkü onların zararlı gıda üretme bilgisi ve kapasitesi daha az ve geleneksel gıda ürünleri sağlığınıza daha faydalı. Üstelik yerel ekonomiye de destekte bulunmuş ve monopolilerin oluşmasına engel olursunuz. Ayrıca herhangi bir sorunda yerel üreticilerle daha kolay irtibata geçebilirsiniz. Ancak kendi ürünlerinizi bahçenizde veya tarlanızda kendiniz üretmeniz ve yemeklerinizi kendiniz yapmanız en idealidir.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Altıncı bölüm: Pestisitler

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin altıncı bölümü ile karşınızdayız.

Listenin altıncı sırasında Pestisitler bulunuyor

Pestisitler kaybolmuyor

Kimyasal pestisitler petrolden üretilmektedir, ve bazıları Florür bazlıdır. Pestisitler tabii ki mahsullere böcekleri öldürmek için sıkılıyor. Ancak bir çok araştırma pestisitlerin gıda maddelerinde kaybolmadıklarını, ve tüketildiklerinde tehlikeli hastalıklara sebep olduklarını ortaya koyuyor, örneğin:

• Alzheimer ve demans
• Parkinson hastalığı gibi nörolojik bozukluklar
• Hücre ölümü
• Konjenital anomaliler
• DEHB

Ancak şaşırtıcı bir şekilde bazı “bilim adamları” daha fazla pestisit tüketmeyi tavsiye ediyor! Pestisitler ayrıca doğanın dengesini bozuyor ve tozlaşmada rol oynayan arıları ve kuşları öldürüyor.

Pestisitler arıları öldürüyor

Büyük kimya şirketleri için çalışan bilim adamları “bilimsel kanıtlara dayanarak” pestisitlerin sınırsız miktarlarda kullanımının tamamen güvenli olduğunu iddia ediyorlar. Pestisitlerin tahrip edici yapısının doğrudan açığa çıkmamasını ve bu kimyasalların insanları yavaş yavaş öldürdüğü gerçeğinin arkasına saklanıyorlar.

İnsanlar pestisitler sebebiyle öldüklerinde, ölüm sebeplerini “karaciğer yetmezliği” veya “doğal sebepler” olarak açıklıyorlar. Oysaki gerçekte büyük miktarlarda sentetik kimyasal pestisitlerin, herbisitlerin ve fungusitlerin bilmeden ve istenmeden tüketilmesi bu ölümleri önemli ölçüde hızlandırıyor. Bunların hiçbiri, uzun vadeli tüketim için güvenli değildir.

Solumak tehlikeli ama yemek güvenli!!

Dilerseniz pestisit savunucularının gülünç “argümanları”nı bir örnekle açıklayalım:
Barış Can’ı öldürmek istiyor. Bunun için Barış her gün Can’ın yemeğine biraz zehir koyuyor. Bir süre sonra Can kalp krizi geçiriyor ve hayatını kaybediyor. Bu durumda Barış masum olduğunu iddia edebilir mi? Çünkü Can gerçekten de sağlık sorunları, kalp krizi, sebebiyle öldü. Tabii ki bu mazeret kabul görmeyecek ve Barış bu ölümden sorumlu tutulacaktır. İşte seri katil bilim adamlarının da tam olarak söyledikleri budur!


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Yedinci bölüm: Kemoterapi

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin yedinci bölümü ile karşınızdayız.

Listenin yedinci sırasında Kemoterapi bulunuyor

Günümüzde kullanılan çoğu kemoterapi kimyasalı Birinci Dünya Savaşında kullanılmış olan Hardal Gazı silahlarından geliyor. Ve işte bu korkunç silahların üreticileri, Bayer gibi şirketler, insanlık için yeni bir “kazanç” oluşturdular: kemoterapi.

Kemoterapi Kansere Yol Açıyor!

Kemoterapinin en büyük yan etkisi kanserdir. Bu terapi tümörün küçülmesini sağlasa dahi beyinde, böbreklerde ve karaciğerde kalıcı hasara sebep oluyor. Kemoterapi aynı zamanda sağlıklı hücrelere zarar veriyor, bundan dolayı hücreler tümör büyümesini hızlandıran protein salıyor. Bu sebepten kemoterapi ilk başlarda faydalı gibi görünse de sonradan tümörler daha agresif biçimde geri büyüyor, üstelik vücut kemoterapiye karşı bağışıklık kazanıyor. Doğal olarak bu, geri gelen müşterilere sebep oluyor ve sonunda da ölümle sonuçlanıyor.

Kemoterapi ölüm saçıyor!

Kanser kliniklerinin işleri çok “kolay”. Bir hasta kemoterapi sebebiyle öldüğünde onun “kanser”den öldüğü söyleniyor. Hasta hayatta kaldığında ise “kanseri mağlup eden kişi”  olarak lanse ediliyor. Ancak hasta için sevinç çok uzun sürmüyor. Kemoterapinin yeni kanser tümörlerine sebep olma ihtimali %95. Bu da kanser klinikleri için daha da fazla kazanç anlamına geliyor. Kanser klinikleri bu ölümleri “tabii ki” verdikleri zehirlere bağlamıyorlar.

Onkologlar bu durumun tamamiyle farkındalar. Çoğunluk itibariyle kendileri kemoterapiye girmiyorlar, fakat bu korkunç ve ölümcül, ancak kazançlı tedavinin hastalara uygulanmasını tavsiye ediyorlar. Onkologlar hastalarının bilgisizliğini suistimal ediyor. Kemoterapinin kanseri iyileştirdiğine dair bilimsel bir kanıt bulunmuyor. Tümörlerin küçülmesi de bir başarı işareti değil, çünkü kanser kök hücreleri kemoterapinin ardından daha agresif bir şekilde geri dönüyor.

Hastalıkları önlemek her zaman için tedavi olmaktan daha iyidir. Bunun için de kanserojenlerden uzak durmanız ve sağlıklı beslenmeniz gerekiyor. Brokoli, kereviz, enginar, hindistan cevizi (yağı), sarımsak, nar gibi sebze ve meyveler kansere karşı etkili. Ayrıca Omega-3 yağları ve D vitamini de kansere karşı önemli gıdalar. Bu gıdaları tüketmeniz sağlığınız için faydalı.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Sekizinci bölüm: Plastik maddeler

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin sekizinci bölümü ile karşınızdayız.

Listenin sekizinci sırasında Plastik maddeler bulunuyor

Plastik maddeler uzun bir süre ‘bilimsel’ bir devrim olarak nitelendirildi. Plastik maddeler arabalarda, protezlerde, bilgisayarlarda ve endüstriyel kullanımda faydalıdır ve diğer malzemelerden daha iyidir.

BPA’dan kaçış yok!

Ancak mevzubahis sağlık ve gıdalar ise, plastik maddeler son derece tehlikelidir. Çoğu plastik madde güçlü bir hormon bozucu olan bisfenol-A (BPA) yayıyor. Bu madde erkekleri “kadınlaştırıyor”, erkek göğüslerinin büyümesini stimüle ediyor ve sperm kalitesini düşürüyor. BPA aynı zamanda kalp ve damar hastalıklarına, diyabete sebep olabiliyor ve karaciğer ve sinir sistemine zarar verebiliyor. Bu madde özellikle kadınlar ve çocuklar için çok tehlikeli.

Plastik maddeler gıda tedariğin her alanında mevcut. BPA mesela sert plastiklerde (sert plastik bardaklarda, ekmek kutularında, plastik çatal bıçak takımlarında), konserve kutularında, bazı biberonlarda, notebook ve cep telefonlarının bazı bölümlerinde ve fişlerde (bir fişe 4,5 saniyeden fazla dokunduğunuzda BPA cilde nüfuz ediyor) bulunuyor.

Daha da kötüsü, tüketiciler yemeklerini plastik maddelerle birlikte mikrodalga fırında ısıtıyorlar! Böylelikle tehlikeli plastik kimyasallar direk yemeğin içine karışıyor ve aynı zamanda yemeğin besin değeri de tahrip ediliyor.

Plastik maddeler bebek sağlığına zararlı

Plastik maddeler kuru gıdaları oda sıcaklığında güvenli bir şekilde muhafaza etmek için kullanılabilir. Plastik maddeler içeceklerin muhafaza edilmesinde veya yemeklerin ısıtılmasında kullanıldığında sık sık BPA ve başka kimyasalları doğrudan gıdanın içine sızdırıyorlar.Ayrıca BPA sadece hormonlara değil, beyin fonksiyonlarına da zarar veriyor.

Harvard School of Public Health kandaki BPA değerlerinin konserve kutularından çorba içilmesinin ardından %1000 oranında arttığını bildiriyor. Ancak “bilim adamları” BPA yasağına hazırlıklılar. BPA’dan 20 kat daha zehirli BPS gibi maddeler şimdiden BPA yerine kullanılmaya hazır.

Bu maddeler bilim adamlarına göre tabii ki zararlı değil. Veya ortalama bir insanda ya da ortalama tüketimde, kabul edilebilir değerlerin altında olduğunu söylüyorlar. Bir başka deyişle; bu madde zehirli, ancak azından zarar gelmez. Zehirin zararsız olduğuna inanıyor musunuz? Sadece BPA da değil, bütün zehirli maddeler için aynısını söylüyorlar. Vücüdunuza giren bütün zehirli maddeleri toplarsanız, vücüdunuzda ne kadar çok zehir olduğunu göreceksiniz.Bilim adamlarına teşekkürlerimizle!!

Konserve gıdalardan BPA sebebiyle uzak durmak gerekiyor

Avrupa Birliği içerisinde bazı ülkeler ayrı ayrı önlemler açıkladılar. Ancak bunlar yeterli değil.
Ama bir saniye, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) diye bir kurum da vardı değil mi? Evet, bunca kanıta rağmen EFSA tüketicilerin zehirlenmeye devam etmelerini istiyor. BPA’ya maruz kalma oranlarının azaldığını dahi söylüyorlar. Sadece BPA’lı biberonlar AB’de yasaklanmış durumda.

Peki ne yapabilirsiniz?

Maalesef BPA’dan kaçınmak her zaman mümkün olmuyor, ancak maruz kalma oranınızı aşağıda sıralanan bazı önlemlerle azaltabilirsiniz:

  • Sağlıklı beslenin, bol miktarda sebze ve meyve tüketin. Kendi yemeğinizi kendiniz pişirin.
  • Plastik ambalajlı ürünlerden olabildiğince az tercih edin.
  • Cam şişeler kullanın. Plastik şişeleri tercih ediyorsanız da PET veya HDPE şişeler kullanın.
  • Konserve yiyecekler tüketmeyin.
  • Kendi sebze ve meyvenizi kendiniz yetiştirin.
  • Mikrodalga fırında gıda veya içecek ısıtmak için porselen veya cam kullanın.
Plastik yerine mümkün mertebe cam kullanın

İşlenmiş gıdalar sadece zararlı maddeler barındırmakla kalmıyor, aynı zamanda plastik ambalajından dolayı da plastik maddelerin zararlı etkileriyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu yüzden işlenmiş gıdalara hayır deyin!


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Dokuzuncu bölüm: Kozmetik ürünler

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin dokuzuncu bölümü ile karşınızdayız.

Listenin dokuzuncu sırasında Kozmetik ürünler bulunuyor

Kozmetik ürünlerde bulunan kimyasallar alerjik cilt hastalıklarına sebep oluyor. Ancak kozmetik ürünlerin zararları bununla sınırlı değil. Organik olmayan kozmetik ve kişisel bakım ürünleri kansere, karaciğer ve böbrek hasarına ve nörolojik bozukluklara sebep olan”bilimsel olarak formüle edilmiş” kimyasallarla dolu.

Güzellik arzusu size zarar veriyor

Ayrıca birçok parfüm, hayvan idrarı ve diğer hayvansal atıklar dahil olmak üzere, hayvansal ürünler içeriyor.  Ancak görünüşe göre bu “Lady Gaga” için yeterince ileri gitmiyor. Lady Gaga sadece vücuda zarar verip öldürmek istemiyor, ruha da. (“Lady Gaga”dan kastımız onu kontrol edenler. Çünkü kendi yaptıkları hakkında çok fazla söz sahibi değil.) Sadece şarkıcı olarak performansı ve şarkı sözleri ile değil, insanların tükettiği ürünlerle de ruhu manipüle ediyor. Lady Gaga 2012 yılında, içerisinde eski seks büyüsü ritüellerinde kullanılan maddeler bulunan bir parfüm olan “Fame”i piyasaya sürdü. Belladonna Fame’in içerisinde bulunan bir madde. Halüsinatif etkisi var ve agresif kadınsı cinselliğe sebep oluyor. Ayrıca etiketinde belirtilmemesine rağmen Fame, erkek sperm moleküler yapısına dayalı bir sentetik feromon içeriyor. Fame bütün bunlara ilaveten Lady Gaga’nın kanının moleküler yapısına dayalı sentetik bir madde de içeriyor. Yani bir parfümde kan ve sperm !! Lady Gaga’nın vermek istediği mesaj: seks ve ölüm. Ölüm seksidir ! Haliyle parfümün promosyon filmi de satanist zihin kontrolü ile dolu.

Beyin yıkamanın ne kadar başarılı olduğunu görmek için, aşağıdaki örneğe bakmak yeterli. Mike Adams Lady Gaga ve hayvan etinden yapılmış elbisesi hakkında eleştirel bir makale kaleme aldı. Sonuç: Lady Gaga hayranlarından gelen çok sayıda küfür ve hakaret. Eleştiriler ne kadar haklı olursa olsun, hayranları için o adeta bir “Tanrı(ça)”. Bu da hayranların beyinlerinin ne kadar başarılı bir şekilde yıkandığını gösteriyor. Yalanlar, onların gerçeklerinin ve dünyalarının birer parçası haline gelmiş durumda. Gerçeklerle yüz yüze geldiklerinde insan nefsinin öz savunma mekanizması devreye giriyor. Bu durumda “tatlı” yalanlar “acı” gerçeklere tercih ediliyor. Lady Gaga ile kişisel hiçbir sorunumuz yok. Dün Madonna idi, bugün Lady Gaga ve yarın da bir başkası. Müzik ve sinema endüstrisi için aktörler birer piyon, değiştirilebilir ve feda edilebilir.

Tatlı kozmetik yalanı

Şimdi kimyasallara geri dönelim. Ortalama bir “cilt losyonu” inanılmaz zehirli kimyasalların mide bulandırıcı kokteylinden oluşuyor. Birçok ürünün kurşun seviyesi korkutucu boyutlarda. Kozmetik sanayiinin doğası dikkate alındığında çoğu üreticinin gerçekleri gizlemeye çalışmak için aşırı pahalı ürünlerinin içeriğini tüketicilerden saklamaya çalışmaları çok da şaşırtıcı değil.

FDA ve diğer denetim organları, her zaman olduğu gibi kanserojen kimyasalların ve ağır metallerin kozmetik ürünlerde kullanılmasına açıkça izin veriyorlar. Kozmetik ürünlerden hasta olan insanlar da bu sayede bol kazançlı kanser sanayiine müşteri oluyorlar.

Tesadüf diye birşey yoktur. Kozmetik ve bakım ürünleri kasıtlı olarak parabenler, triklosan, etoksilatlar, dietanolamin, ve ftalatlar gibi tehlikeli ve bazen ölümcül kimyasallarla  formüle edilmiştir. Tipik bir parfüm kokusu 20’den fazla kanserojen madde içerir. Bazı vicdanlı uzmanlar büyük firmaların ürünlerinde de kanserojen kimyasallar bulunduğu konusunda uyarıyorlar.

Rujda bulunan bazı zararlı maddeler

Bütün bu kanserojen maddeler bilim tarafından icat edilmiştir ve kozmetik ürünlerde bilimsel bir temele dayanarak kullanılmaktadır. Tabii ki bu bilim adamları görmek istediklerini görüyorlar. Bu nedenle onların kanıtları ve sonuçları selektif ve çarpıktır. Başkalarının bunları görecek bilgisi olmadığı için de yanlarına kar kalıyor. Bu “bilim adamları” için geçerli olan: Parayı veren düdüğü çalar. Bazı bilim adamlarını ölümcül ürünleri tavsiye ederken görürseniz bunu aklınızın bir köşesinde bulundurun.

Kozmetik ürünler göründüğü gibi değildir!

Hangi tehlikeli maddelerin çeşitli kozmetik ve bakım ürünlerinde bulunduğunu buradan öğrenebilirsiniz. Yani çok fazla kozmetik ve bakım ürünü kullanmamaya gayret edin. Neyse ki bir çevre ve sağlık hareketinin 71.000’den fazla kozmetik ürünün olası tehlikeli içeriklerini kontrol edebileceğiniz mükemmel bir online veritabanı var. Ayrıca “güvenli” ürünleri içeren bir veri tabanı da var.

Dikkat: Ürünlerin bileşimi değişebilir. İyi olan kötüleşebilir ve kötü olan da iyileşebilir. Mesela zehirli bir madde bir başka (daha) zehirli madde ile değiştirilebilir. Bu yüzden ürünlerinizi belirli aralıklarla kontrol etmenizde fayda var.


Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün! Onuncu bölüm: Nükleer radyasyon

 Tıp biliminin yalanları ve insanlık için oluşturduğu büyük tehlikeleri anlattığımız “Bize güvenin ve kendi iyiliğiniz için ölün” serisinin onuncu bölümü ile karşınızdayız.

Listenin onuncu sırasında Nükleer radyasyon bulunuyor

İnsanlık için son tehlike ise aldatıcı. Herşey yolunda gittiği sürece nükleer santraller, radyoaktif atıklar haricinde, ani tehlike saçmıyor. ANCAK bir kaza, bir doğal afet veya başka bir felaket meydana geldiğinde bütün dünya ve bütün insanlık büyük bir tehdit altında kalıyor.

Nükleer atıklar büyük tehdit oluşturuyor

Kendini beğenmiş, megaloman, enaniyetli bilim adamları bilgilerinin sınırsız olduğunu ve herşeyi öngörebileceklerini düşünüyorlar. Deney yapmaktan ve kendilerinin Übermensch (İnsanüstü) olduğunu ispat etmekten hoşlanıyorlar. Bilgileri sınırlı olduğu halde kumar oynuyorlar ve sonucun iyi olmasını umuyorlar. Tabii bu işten bir de para kazanılıyorsa, insanlık ve dünya için daha büyük bir tehlike oluşuyor.

“Bilim” adına dünyanın her tarafında tüm ınsanlığı tehdit eden birçok ölümcül, güvenli olmayan nükleer santral inşaa edildi. Özellikle bilim adamları gibi, kendilerini çok akıllı sanan insanlar, en aptalca hataları yapıyorlar. Japonya’da çok sayıda deprem ve tsunami meydana geliyor. Yine de “dahi” bilim adamları Japonya’yı nükleer santrallerle doldurmuşlardır. Hatta bu santrallerin bazıları, Fukushima’da olduğu üzere, tsunami tehlikesinin bulunduğu deniz kıyılarındadır.

Nükleer santraller saatli bomba mı?

Günümüzde dünya çapında 31 ülkede aktif 435 nükleer santral faaliyettedir.Avrupa’da 58’i Fransa’da olmak üzere 185 nükleer santral bulunuyor. Ülkemizde ise Mersin Akkuyu ve Sinop olmak üzere projelendirilmiş 2 nükleer santral inşa edilmesi planlanıyor. Mersin Akkuyu’da inşası planlanan santral, Çernobil felaketinin sorumlusu olarak bilinen ve sicili skandallarla dolu olan Rus şirketi ROSATOM tarafından inşa edilip işletilecek. Ayrıca Rosatom’un henüz izinlerini almadığı halde Akkuyu’da inşaat çalışmalarına başladığı belirtiliyor.

Nükleer enerjinin en çok eleştirilen noktalarından birisi, radyoaktif atıkların depolanma sorunu. Dünyada şu ana kadar bu soruna çözüm bulabilmiş bir ülke yok. Atıkların yüzeydeki ara depolarda mı yoksa yerin altında nihai depolarda saklanmasının mı daha güvenli olduğu hala tartışma konusu.Akkuyu’daki santralin atıklarının ne olacağı ise bilinmiyor. Nükleer santraller çalışmaya başladığı an radyoaktif atık üretmeye başlıyor. Bu atıklar demir döküm variller içinde yüzeydeki ara atık depolarında genelde 40 yıl kadar saklanıyor. Aralarında yaklaşık 250 bin yıl radyoaktivitesini kaybetmeyen bu atıkların nihai olarak nasıl ve nereye depolanacağı büyük tartışma konusu. Atıkların Rusya’ya gönderilme ya da Türkiye’nin talebi doğrultusunda Rusya’dan satın alınma ihtimali var.
Şayet nükleer atıklar Rusya’ya transfer edilirken Boğazlar’dan geçecek olursa, İstanbul ve çevresi de büyük bir tehdit altına girecek. Üstelik Akkuyu gibi ülkemizin turizm merkezi olan Antalya ilinin hemen yakınında bir nükleer santral inşa edilmesi de ülke turizmine büyük zarar verebilir.

Nükleer Rus Ruleti

Ayrıca nükleer santraller yardımıyla bilim adamları nükleer silahlar da üretmektedir.
Her nükleer santral nükleer erime riski taşır. Bunun yanısıra radyoaktif atıklar çok büyük bir sorun. Ama bunun bilim adamlarına göre bir önemi yok, nükleere devam et gitsin! Riskler bununla da sınırlı değil, nükleer santrallerin güç hastası bir lider/ülke tarafından saldırıya uğrama riski de bulunuyor. Ülkemizin bulunduğu coğrafi konum düşünüldüğünde nükleer santraller terörist gruplar için de bir hedef haline gelebilir.

Elektromanyetik Darbe (EMP) de EMP anında soğutma sistemini çalıştıran elektrik ağı devre dışı kalabileceğinden, nükleer erimeye sebep olabilir. Şimdiye dek çok fazla gündeme gelmemiş olan tehlikeler de nükleer erimeye sebep olabilir. Örneğin güneş fırtınaları, meteorlar veya başka bir tehlike.

Daha da büyük tehlike ise bir nükleer erimenin bir zincir reaksiyon meydana getirebilmesi tehlikesidir. Özellikle Fransa ve Avrupa’da bu tehlike daha büyük boyutlarda. Çoklu nükleer erimeli bir zincir reaksiyon ise tüm dünyadaki yaşamı imha etme potansiyeli taşımaktadır.

Daha Önceki Felaketlerden Dersler

Bir kaza veya nükleer erime durumunda kesin olan birşey varsa, Çernobil ve Fukuşima örneklerinde olduğu gibi, otoritelerin yalan söyleyeceğidir. Japon otoritelerinin çok sayıdaki “güvence”lerine rağmen Fukuşima’daki sorunlar halen sona ermiş değil. Pasifik okyanusu önemli ölçüde kirlenmiş durumda. Bu yılın başlarında radyoaktif maddeler ABD ve Kanada’nın Batı kıyılarına ulaştı. 2011’deki felaketin ardından Japonya nükleer enerji faaliyetlerini durduracağına dair söz vermişti. Ancak şimdi ortalık biraz durulduğu için Japonya geçtiğimiz günlerde tekrar nükleer enerji kullanmaya karar verdi.

Tehlikeden habersiz askerler

İnsan hayatı ilk öncelik değil maalesef. Fukuşima’daki kazadan hemen sonra durumu “düzeltmek” için tehlikelerden habersiz Amerikan askerleri devreye sokuldu. Bu askerler daha sonra ciddi sağlık sorunları yaşadı. Hatta Japonlar işi iyice abarttılar; bu yılın başlarında santralin temizliği için hiçbirşeyden habersiz evsizler ve keşler kullanıldı. Şimdi sorulması gereken soru şu: Hiçbir sorun olmadığını iddia edenler neden kendileri Fukuşima’ya gitmiyor?

Fukuşima aynı zamanda bir kaza yaşanması durumunda nükleer santral maliyetinin faydasından çok daha yüksek olduğunu ortaya çıkardı.

Nükleer felaketler herkesi etkiler!

Nükleer enerji belki de iyi bir fikir değildir, ne dersiniz? Hükümetler enerji talebini işaret ederek, nükleer enerji kullanımı meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Nükleer enerji savunucuları alternatiflerin de çok pahalı olduğunu belirtiyorlar. Onlar materyalist tüketim toplumunda insanların yaşam tarzlarından taviz vermek istemediklerinin farkındalar. Ancak bu enerji bağımlılığı elitler tarafından oluşturulmuştur ve yine elitler tarafından nükleer enerjiyi meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.

Herkesin kendi enerjisini üretebilmesi durumunda sadece nükleer enerji bağımlılığı değil aynı zamanda elektrik ağına bağımlılık da azalacaktır. İnsanların sadece enerji alanında değil, sağlık gıda ve ekonomi alanlarında da self determinasyon hakkı (TDK: Öz belirtim hakkı) çok önemlidir. Ancak hükümetler bunu ister mi dersiniz?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu